Bir Garip Nilgün!
Nilgün Marmara

Nilgün Marmara..Genç yaşta hayatın sert yüzüyle tanışmış,direnmiş,pes etmemiş,toprağın içine saldığı köklerinde yaşama tutunmuş,güçlü bir kadın!Okuduğumda onu genelde hüzün vurur yüreğime.Anlamak isterim satırlarından akan göz yaşlarını.29 yıla dayanan bir ömür hikayesi onunkisi.Çokça kırgınlıkları biriktirdiği..29 yılda iki okul,bir kaç yıllık masa başı işleri,evlilik ve ölüm.."Benim hiç gönlümü almadılar.Ben hep kendi kendime bir köşede affettim herkesi" diyor bir satırında Cemal Süreya'nın Zelda'sı.
13 Şubat 1958 istanbul doğumlu bu güzel gözlü kadın,yazılarında hep bir çağrıda bulunacaktı Dünya'ya.."Mutluluk aslında çok ötede ve zor değil!" Balkan göçmeni bir ailenin iki kızından biriydi Nilgün.Kadıköyde geçti yılları.İlk önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine hak kazandı,dönemin sert siyasi kaosları burada okumasına müsade etmedi.Daha sonrasında Boğaziçi üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı okudu ve mezuniyetini verdi.Ferda Erdinç şöyle yazacaktı ileride onun için "üstü ağır oturaklı bir kadın,altı ayak parmakları birbirine vuran bir çocuktu".
Kendi de yazıyordu,kendini çokça aslında.29 yaşında beşinci kattaki evinin yatak odası camından atlamaya sebep obsesif,bipolar bu küçük kız "Biliyorum,bir gün dayanamayacak küçük kalbim;arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye veda edeceğim"diyordu.Ünlü otoriteler tarafından Sylvia Plath'ın Türkiye'deki bir yansıması olarak kabul gören Nilgün,kendisi ile belki de hayatta aradığı o küçük beklentileri ile göçüp gitti buralardan.Tıpkı manik depresif Siylvia gibi(31'inde intihar ederek öldü)..Üniversite tez konusu da ondan başkası olamazdı: "Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi" Ölümünün arkasından Cemal Süreya şöyle diyecekti 841.gün eserinde "Nilgün ölmüş.Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağıya atarak canına kıymış,Ece Ayhan söyledi.Çok değişik bir insandı Zelda.Akşamları belli saatten sonra kişilik,hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana.Yüzü alarır,bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi.Çok da gençti.Sanırım otuzuna değmemişti daha.Bu Dünya'ya başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu.Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün'ün yüzünde.O zamanlar görememişim.Bugün ortaya çıkıyor"
Ece Ayhan ölüm döşeğinde yazdığı güncesinde,aşk yaşadığı Nilgün için "Muzip kadın Nilgün Marmara.Tezer(Özlü) ile birlikte bana muziplikler yapmaya bayılırdı.İkisi de aynı anda göğüslerini gösterirdi..Güzeldi.."demişti. Nilgün'ün aslında nasıl hayat dolu,neşeli,esprili olduğunu ancak karanlık bir yanınında hüzne büründüğünün örneğiydi bu sözler.
İntiharı ile birlikte eşi Kağan Önal'ın hedef gösterilmesi çok uzun sürmedi.Eşinin aslında onu bir cinayete süreklediği tartışmaları gündeme düştü ve bir dönem oldukça konuşuldu.Kendisine yöneltilen bu suçlamalar karşısında Kağan Önal,Nilgün'ün hasta olduğunu ancak tedaviyi reddettiğini ispatlamaya çalışıyordu. "Oysa Nilgün'ün tedavi olması gerekiyordu ama o doktordan kaçıyordu.Doktor geldiğinde evde olması gerekirken evde değildi.Doktor beklemişti.Gelince de konuştular.Doktor bana işiniz çok zor! Tedavi olması lazım ama çok zeki ve kültürlü.Yani en zor vakalardan demişti.Çünkü iyileşmesi için entellektüel faaliyetlerde bulunmaması gerekiyordu.İlacı dayayacaklaradı ve uyuşacaktı.Orta kültür ve zekalı durumlarda bu hastalık 20'li yaşlarda ortaya çıkarmış.Lityum tedavisi ile başarılı olunurmuş.Ancak Nilgün bu tipte değildi.Tedavi olması,buna ikna olması,tedaviden memnun kalması hepsi ayrı bir dertti.Dolayısıyla tedavi olmadı.Öldüğü gün bana tedaviye başlayacağına dair söz vermişti."açıklaması yine tedaviyi reddetmesi üzerine yapılmıştı.
Başka bir açıklamasında şöyle diyor Önal "Şiir yazdığını bile bilmezdim,bir kenara pıtır pıtır bir şeyler yazardı!" Aynı evde bu kadar yakındı Nilgün'e,ama aynı zamanda da bu kadar uzak!.Nilgün ise önceki zaman "yabancıların en yakınıydın sen" diye bahsediyordu eşinden.Ölmeden hemen önce yazdıklarının hepsini eşine verecek öldükten sonra şiirleri ve metinleri ayrı kitap haline getirilip yayımlanacaktı.Daha sonrasında annesinin izni ile de günlükleri edebi bir hayat bulacaktı.
Bu Dünya'dan bir Nilgün Marmara geçti.Cemal Süreya'nın ZELDA'sı..Kitaplarını ellerimizden düşürmediğimiz ustalara "but partileri"(her Pazar şiir konuşmak ve söyleşmek için toplanılır,fırında tavuk yapılırdı.Pazar günü buluşmalarına bu yüzden bu espirili ismi vermişlerdi) düzenleyen entellektüel,zeki,çalışkan,komik,esprili,ama bir yanı hep mutsuz,hasta bir Nilgün geçti.Sevgiyle..
Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan? Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşanyanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler marketinin,uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!
Yine Görüşelim..
Şeyh Edebali'nin duasıyla,
İnsana rast gelesin!
Senin Tepkin Nedir?






