NİETZSCHE - EFENDİ KÖLE AHLAKI

 0
NİETZSCHE - EFENDİ KÖLE AHLAKI

Nietzsche “Tanrı öldü” sözünü Hıristiyan ahlakının temel değerlerinin zayıflaması ile ilgili olarak söylemiştir. Ona göre, 19. yüzyılda Avrupa bir çöküntünün içindedir; sanat yok olmuş, üstinsanın değerleri yerine, eşitlik gibi güçlüyü güçsüzün seviyesine indirgeyen değerler yüceltilmiştir. Nietzsche, ahlaki ve biyolojik çöküntü içinde olan Avrupa’yı yeniden canlandırmaya çalışmıştır.”[1] “Nietzsche İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı çalışmasında, yeryüzünde var olmuş ve halen mevcudiyetini sürdüren birçok ahlâka rastladığını ve söz konusu ahlâkların; birbirine bağlı olarak, düzenli bir şekilde birlikte ortaya çıkan belirli özelliklere göre efendi ahlâkı ve köle ahlâkı olmak üzere iki temel tipe ayrılabileceğine işaret eder”[2] Nietzsche bir diğer önemli eseri olan, Ahlakın Soykütüğü adlı eserinde temel olarak, iyi ve kötü eylemlerinin kökenlerinin nereden geldiğini araştırmıştır. Şüphesiz ki Nietzsche’nin iyiliğe ve kötülüğe olan bakış açısı, iyilik ve kötülük kavramlarının tekrar sorgulanmasına ve gözden geçirilmesine yol açmıştır. Neye iyi dediğimiz, neye kötü dediğimiz Nietzsche nezdinde önemli bir konu haline gelmiştir. Bununla sınırlı kalmayıp, Ahlakın Soykütüğünde, güç ilişkilerine odaklanmıştır. (Grupların birbirleriyle çatışması ve hınç kavramı) ‘Hınç’ kavramı, soybilim metodunu uygularken çok önemli bir yer edinmiştir. Nietzsche Ahlakı anlamlandırabilmemiz adına, dönemlerdeki güç ilişkilerine odaklanmamız gerektiğini düşünmüştür. Soybilim metodu temel olarak, geçmişin irdelenmesine, şimdiki dönem ile karşılaştırılıp, yeni değerler inşa edilmesine katkıda bulunur. Nietzsche için “dönüm noktaları” bu durumda büyük önem arz eder. Tarihte odaklanmamız gerekenler belirli dönüm noktalarıdır. Örnek olarak, Antik Yunandan Hristiyanlığa geçişte olan değerlerin yitirilip, başka değerlerin inşa edilmesi, bir kırılma anıdır. Nietzsche içinde kırılma anları büyük önem arz etmektedir. Nietzsche iyilik ve kötülüğü temel olarak, efendi ve köle ahlakı ile ilişkilendirmiştir. Ona göre iyi kavramı soylu olan grubun eylemleri ile ilişkili, kötü kavramı ise köle grubunun “eylemsizliği” ile ilişkilidir. Nietzsche için köle ahlakı, efendi ahlakı her ne değer geliştirirse geliştirsin, sadece o değerlerin tersini yapmakla kendini ifade edebilir. Kendi değer üretmez, üretilen değere karşı çıkar. Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü adlı eserinde, sadece köle ve efendi sınıfını ele almakla kalmamıştır. Nietzsche kendisini soylu olarak gören, rahip sınıfını da (Yahudiliği) ele almıştır. Rahip sınıf tıpkı efendi sınıfı gibi değerler koyan, kendi değerlerini üreten bir sınıftır. Onların iyiliğe ve kötülüğe verdiği değer, efendi ahlakından son derece farklılık göstermektedir. Nietzsche için önem arz eden bir sınıf olmamasına karşın, Rahip sınıfı, köle ahlakından sıyrılarak, efendi ahlakı ile çatışma içerisinde yer alır. Bu üç sınıf arasında kendi değerini üretemeyen tek sınıf, köle sınıfıdır. Köle ahlakı, kendi değerini üretemez. Köle ahlakı için sadece “hınç” önemli bir rol oynar. Nietzsche köle ahlakını, Hristiyanlıkla ilişkilendirmiştir. “Homeros’un eserlerinde ortaya çıkan klasik değerler ile antik Roma toplumu değerlerinin, Yahudi ve Hristiyan inançları tarafından ters yüz edilmesiyle egemen olmuş köle ahlâkı, Nietzsche’ye göre çağın ahlâkıdır.” [3] Rahip sınıf, aristokrat değerlere karşı çıkarak, tersi olan kendi değerlerini üretmeye çalışmıştır. Nietzsche nezdinde rahip sınıfın bu amaçları doğrultusunda, başarılı olup olmadığını yazımız içerisinde ele alacağız. Bu çalışmanın nihai amacı, Nietzsche’nin efendi ve köle ahlakı hakkındaki görüşlerini çözümleyebilmek, iyilik ve kötülük kavramının etimolojik karşıtlıklarının ötesine geçebilmektir. Bu makalede esas olarak, Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü adlı yapıtının birinci bölümüne odaklanılacaktır. Bunun yanında konu hakkında fikir inşa eden makalelerden yararlanılacaktır. Yazımız boyunca, efendi ve köle ahlakı arasındaki temel fark nedir? İyilik ve kötülük Nietzsche nezdinde ne anlam ifade etmektedir? Soybilimi metodunda neye odaklanmalıyız? Yahudilerin ve Hristiyanların, efendi ve köle ahlakında ki önemi nedir? Nietzsche neden Yahudilerin ve Hristiyanların düşüncelerine bu denli karşı çıkmıştır? Eylemlerimizin önemi nedir? Onların sorumluluğundan kaçabilir miyiz? Gibi önem teşkil eden sorulara yanıt bulmuş olacağız.  Bu makalede, efendi ve köle ahlakının farkı saptanacak, efendi ve köle ahlakının temel özelliklerine değinilecek, Rahip sınıfının yöneten sınıf ile çatışmasına değinilecek, Hristiyan ve Yahudilerin köle-efendi ilişkisindeki önemine vurgu yapılacak, iyiliğin ve kötülüğün etimolojik karşıtlıkları ele alınacak, eylemlemlerimizin önemine Nietzsche perspektifinden vurgu yapılacaktır.

                                EFENDİ VE KÖLE AHLAKI

                            (Anahtar Kelimeler: Hristiyanlık, Yahudilik, Efendi, Köle, Ahlak)

Nietzsche'nin Sorusu: 'İnsan, iyi ve kötü değer yargılarını hangi koşullar altında icat etti? Şimdiye kadar insan gelişimini engellediler mi yoksa teşvik ettiler mi? Olmuştur. Nietzsche nezdinde Tarihte odaklanmamız gerekenler, belli tarihlerdeki dönüm noktalarıdır. Kökene gidemesek dahi, dönüm noktalarına odaklanmalıyız. Örnek verecek olursak; Antik Yunandan Hristiyanlığa geçişte bir şeyler farklılaşıp, olan değerlerin yitirilip, başka değerlerin inşa edildiğini görüyoruz. Kırılma anları çok büyük önem teşkil etmektedir. Ne zaman bir dönemde değerlerin arasında değişim varsa, bir çatışma söz konusu olur. Çatışma, değişimi de beraberinde getirir. Bu düşüncenin Herakleitos’un karşıtların birliğinde de görüyoruz. “Çatışma değişimi sağlar.” Nietzsche’nin soybilim metodu bu hususta büyük önem arz etmektedir. Nietzsche soybiliminde, temel olarak güç ilişkilerine odaklanmıştır. Güç ilişkileri (Grupların birbirleriyle olan çatışması ve hınç kavramı) diyebiliriz. “Hınç” kavramı, soybilim metodunun uygulanmasında çok önemli bir rol oynar.  Ahlakı anlayabilmemiz için, dönemlerdeki güç ilişkilerine odaklanmamız büyük önem arz eder. Peki ya bu metodun önemi nedir? Uygulanma sebebi nedir? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Hemen yanıtlayalım; Bazı davranışlara neden iyi, bazı davranışlara neden kötü dediğimize bakacağız ki, şimdiki dönemi gözden geçirebilip, başka değerler inşa edebilelim. Geçmişi irdeleyeceğiz ki, içerisinde bulunduğumuz dönem ile karşılaştırıp, yeni değerler inşa edebilelim. İyiliğe ve kötülüğe yüklenilen anlamlar elbette ki farklılıklar göstermektedir. Nietzsche nezdinde iyilik ve kötülüğün etimolojisine inmeden önce, sizlerle Nietzsche’nin iyilik ve kötülük hakkında eleştiri getirdiği düşünceleri paylaşmak istiyorum. Bu sayede, Nietzsche’nin iyilik ve kötülük hakkında ortaya koyduğu düşünceleri net bir biçimde idrak edebiliriz. “Şu İngiliz Psikologları ne istiyorlar gerçekten? Ahlakın Soykütüğünü bulmaya kalkışlarındaki becerisizlik, ta işin başında çıkıyor ortaya. İnsan, bencil olmayan eylemleri onayladı ve bu eylemlerle karşılaşanlar, yani bu eylemlerden yararlananlar açısından onlara iyi dedi. Sonraları bu kaynağın onayı unutuldu çünkü bencil olmayan eylemler hep alışkanlık sonucu iyi olarak görüldü.”[4]  Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere Nietzsche için iyilik, bencil olmayan davranışlar ile açıklanamaz. Peki ya fayda sağlayan davranışlar iyidir diyen Paul ve Spencer’ın düşünceleri? Onlar Nietzsche’yi ikna edebildi mi? Elbette ki hayır. “Herbert Spencer: iyi kavramı, temelde, yararlı, amaca uygun kavramlarıyla özdeştir. Böylece, “iyi ve kötü” yargılarında, insanlık, tümüyle unutulan, unutulabilir, yararlı amaca uygun, zararlı amaca uymayan şeylerle ilgili deneylerini toplar ve onaylar.”[5] Nietzsche fayda kavramını da reddederek, iyiliğin asıl kaynağının fayda veya bencil olmayan davranışlar olmadığını kesin bir dille reddediyor. Peki ya Nietzsche için iyilik ve kötülük ne anlama geliyor? Dediğinizi duyar gibiyim. Nietzsche için iyi olan, “soylu, güçlü, yüksek konumlu, yüksek ruhludur. Eylemleri iyi, yani birinci sınıftır. Tüm alçak ruhlu, bayağı ve köylü olanın zıddına.”[6] Burada soylu, güçlü, yüksek konumlu olan Aristokrasi sınıfı ile ilişkili, köylü, bayağı olan ise köle sınıfı ile ilişkilidir. Nietzsche salt bir biçimde, Aristokrasi sınıfını yüksek konumlu, zengin, güçlü olduğu için iyi olarak nitelendirmiyor. Neden Aristokrasi sınıfının iyi olduğunu, kölelerin kötü olarak nitelendirdiğini birazdan dile getireceğim. Şimdi dilerseniz iyiliğin ve kötülüğün etimolojik kökenlerine odaklanalım. Nietzsche açısından bu kısım büyük önem arz etmektedir. “İyi ve kötü ayrımının iyi yapılması, Nietzsche’nin ahlak üzerine olan düşüncelerinin doğru anlaşılması için gereklidir. Geleneksel olarak tabir edilen düşünce geleneği diyalektikten ve karşıtlıklardan hareket eder. Nietzsche ise karşıtlığı kabul etmez; buna göre iyi ile kötü birbirinin karşıtı olmayıp sadece birbirinden farklı kavramlardır.”[7] Farklı dillerde iyi kavramı genellikle soylu ve asilzade kavramı ile ilişkili, kötü kavramı ise, köle, aşağılık kavramları ile ilişkilidir. “Her yerde soylu, asilzade toplumsal anlamıyla temel kavramlardı; İyi onlardan yola çıkarak ruhça soylu, asilzade, ruhça yüksek, ruhça ayrıcalıklı, anlamlarında zorunlu olarak gelişime uğradı. Bayağı, köylülük, alçak, sonunda kötü kavramına dönüştü.”[8] “Bu sonuncusunun en iyi örneği Almancadaki “Schlecht” sözcüğüdür. Schlichteye özdeştir. Schlechtweg ve schlechterdings’le karşılaştırınca, kökeninde, kötüye yorumlanacak bir anlam taşımadan, sadece soyluluğun karşıtı olarak, basit, sıradan insanı gösteriyor.”[9] Soyluluğu belirten kelimeler ile iyiliğin arasında hep bir ilişki vardır. Görüldüğü üzere Nietzsche diğer düşüncelerden farklı bir biçimde, iyiliğin ve kötülüğün etimolojik temellerine inmeyi tercih etmiştir. Bu etimolojik temeller ile birlikte Nietzsche, efendi ve köle ahlakının ilk temellerini atmış olur.

İyi kavramı, soylu olan grubun eylemleriyle ilişkilidir. Soylu olan herkes, cesur ve savaşçı olmak zorundadır. Soylu sınıfın, köle sınıfından çok farklı bir özelliği vardır. Yazımızın ilerleyen kısımlarında sizlere Nietzsche’nin Efendi sınıfını farklı görmesinin temelinin sadece para, güç, yönetme olmadığını kanıtlamaya çalışacağım. Otorite elbet bir tür güçtür lakin asıl güç, insanın içinde yatar. Nietzsche’nin Efendi sınıfını, köle sınıfından ayrı tutmasının en temel sebebi, efendi sınıfının “değer” üretiyor olmasıdır.” Efendi ahlakı, kendisinden başka kimseye aldırış etmez. Kendi değerini, kendisi üretir. Değer, soylu sınıfın ahlakıdır. Köle ahlakından en önemli farkı da budur. “Her soylu ahlak, kendine zafer kazanmış bir biçimde evet demekten gelişirken, köle ahlakı daha başında “dışta” olana, kendi olmayana “hayır” der. Bu hayır, onun eylemidir. “[10] Köle ahlakı varlığını sürdürebilmek adına, dışa bağlıdır. Hep bir kendisinden öteki inşa etmelidir. Kendi varlığını, üretilen değerlere karşı gelerek ortaya koymaya çalışır. Köle ahlakı, soylunun yaptığı eylem her neyse, ona karşı kendi ahlak geliştirir. Soylunun iyi gördüğü bütün eylemler, kötüdür. Tersini yaparak, iyi olduğunu zanneder. Sizlere örnek vererek bu durumun daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Yakın bir arkadaşım, iktidarın bütün düşüncelerine karşıt durumda. İktidar ne derse, tersinin doğru olduğunu düşünür. Mesela, iktidar biraz daha dindar olduğu için, kendisi namaz kılmamayı tercih ediyor. Ona neden namaz kılmıyorsun? Diye sorduğumda, onların kıldığı namazı ben kılmam şeklinde cevapla karşılaşıyorum. İşin şaşırtıcı kısmı, bu arkadaşım önceden namaz kılan bir insandı. Önceden yaptığı davranışa, eyleme uzaklaşmış. Nedeni ise iktidarın, yönetenlerin, dindarlığa yatkın olması. Onlar ne yaparsa ben karşıtlığını yaparım diyor. Onların doğru dediği şeyler kökten yanlıştır diyor. Tam bir köle ahlakı davranışı değil mi bu? Kendi değerini üretemiyor.  Ancak üretilen değere karşı çıkarak eylemde bulunabiliyor. Anlatmak istediğim, köle ahlakı, kendisi değer koymak yerine, koyulan değerlere karşı çıkarak bir değer üretme çabası içerisindedir. “Hınç duygusuna sahip olan köle, kendisini iyi olarak tanımlayabilmek için kötü diye nitelendirdiği bir başkaya ihtiyaç duyar.”[11] Hep bir dışa dönüklük, dışa bağımlılık söz konusudur. Köle ahlakından olmamak için, değer koymalı, değer üretmeliyiz. Başka bir örnek daha vermek istiyorum. Dayım bütün zenginlere düşmanlık besler. Zenginlerin hepsi ona göre kötüdür, onlar ne yaparsa, ne ederse tersini yapar. Zenginlerin yaptığı her eylem ona göre yanlıştır. Aslında babaannem zenginliğe karşı değil, karşı olduğu durum, kendisinin zengin olmaması. Kendisi onlardan olamadığı için, kendisi değer üretemediği için onlara düşman. Zenginlik iyiliğin veya kötülüğün belirtisidir demek, bizi doğru yolu götürmez. Aksine, Nietzsche’nin fikirlerinin özünü çözümleyemememize olanak sağlar. Sırf karşı tarafın doğru gördüğünü onaylamamak adına tersini dile getirmek, eylemsizliği meydana getirir. “İyi aile çocukları kendilerini mutlu hissederlerdi, mutluluklarını hiçte düşmanlarını inceleyerek, yapay biçimde kurmak ya da kendilerini mutlu olduklarına inandırmak, kendilerini aldatmak zorunda değillerdi. Zorunlu olarak, etkin insanlar olarak, mutluluğun eylemden koparılamayacağını biliyorlardı. Etkin olmak, onlar için zorunlu olarak mutluluğun bir parçasıydı.”[12] Tamamen iki farklı sınıf değiller mi sizce de? Bu farklılık sizce dil, din, ırk, para, güç, farklılığı mı? Bu farklılığı bu şekilde okumak bence son derece yetersiz kalır. Köle ahlakı öyle bir ahlaktır ki, eylemsizdir, değer üretmez. Karşı tarafın değerine karşı gelecek değeri savunur. Bu hususta köle ahlakının kendi özüne ihanet ettiğini düşünen sadece ben miyim? Köle ahlakı bir karşıtlık oluşturmak adına kendi özünü hiçe saymıyor mu? Kendi varlığına ihanet etmiyor mu? Kendi fikrimi soracak olursanız, köle ahlakı insanının kendi özüne ihanet ettiğini düşünmekteyim. Asıl farklılığı ve yüceliği belirleyen nüans burada gizli değil mi? Köle ahlakı üretilen değere karşı çıkar, efendi ahlakı kendi değerini ortaya koyar çünkü o kendi değerinin efendisidir. “Hınç duygusunun insanı ne gönlü açık, ne de çocuksu, dürüst ve yapmacıksızdır kendine karşı. Ruhu şaşı bakar, tini saklı yerleri, gizli yolları, arka kapıları sever. Böyle hınç duygusu olan insanlardan oluşmuş bir ırk, sonunda herhangi bir soylu ırktan daha kurnaz oluverir. Soylu insanlarda kurnazca bir zarif lüks çeşnisi ve incelmişlik kazanırken, onlarda birinci derecede var olma koşulu olarak kalır. Efendi ahlakına sahip insan, kendisine yapılan hakaretler ve kötü davranışlar için bir belleğe sahip değildir, unutur. Düşmanını sev mottosu, onun mottosudur. Soylu insanın düşmanına ne de çok saygısı vardır. Hınç duygusuna ait bir insanın düşündüğü anlamda bir düşman tasarlayın. İşte tamda onun eylemleri, yaratması: Şeytani olanı, Şeytani bir düşman düşünür ve bu aslında onun temel kavramıdır. Artık bundan o, bir kopya, bir örnek tasarlar, iyiyi- tam kendisini.”[13]  Konunun daha iyi çözümlenmesi adına, Nietzsche’nin her iki ahlakın farklılıklarını dile getirdiği pasajları sizlere aktarmak istedim. Sizce de iki ahlakın farkı çok net değil mi? Efendi ahlakı düşmanını sever, çünkü düşmanı onu uyanık tutar. Düşmanı onu büyütür, tetikte tutar. Düşmanı onun büyümesine, dinç kalmasına, güçlü kalmasına, sınırlarını zorlamasına katkı sağlar. Köle ahlakı, düşmanından beslenir. Bu beslenme sağlıklı bir beslenme değildir, sonunda obez olur. Köle ahlakı iyinin ve kötünün ne olduğunu bilmez, efendi ahlakının kötü dediği şeye iyi, iyi dediği şeye de kötü der. İyiyi de, kötüyü de “eylemsizce” tasarlar. Efendi ahlakı kendi özüne sahip çıkar, kendi benliğine sahip çıkar. Kendine olan saygısı şüphesiz ki, saygıların en güzelidir. Köle ahlakı tamamen efendi ahlakından farklı olma amacı içerisindedir. “Şer işleyenlerden farklı olalım, yani iyi! Can yakmayan, kimseyi incitmeyen, kimseye saldırmayan, misillemede bulunmayan, Tanrı’ya bırakan, şerrin uzağında, sabırlı, alçakgönüllü ve adil kişi iyidir.”[14] Nietzsche haklı olarak zaten bu duruma eleştiri sunmaktadır. Köle ahlakının farklı (!) olması kendi isteğiyle değildir. Köle ahlakı, kendi koyduğu, kendi oluşturduğu değer neticesinde bir farklılık meydana getiremez. Köle ahlakı insanı kendisi zaten güçsüzdür, eylemsizdir. Güçsüz olduğu için, sınırlı olduğu için, aslında incitmemeyi, sabırlı olmayı, saldırıda bulunmamayı farklılık olarak nitelendiriyor. “Yapamamayı” “yapmamak” olarak değerlendiriyor. “Zayıflık, sahte bir dönüşümle kazanç olarak anlaşılıyor, işte tam da sizin dediğiniz gibi. Misilleme görmeyen zayıflık iyiliğe, kaygılı alçaklık alçakgönüllülüğe, nefret edilenleri boyunduruk altına almak boyun eğmeye… Zayıfın saldırmazlığı, hatta onda bol bol bulunan korkaklığı, kapı eşiğinde duruşu burada olumlu adlar alıyor. Sabır gibi, hatta erdem de deniyor onlara. İntikam almaya gücünün yetmeyişine intikam alma isteksizliği, belki de affetme deniyor.”[15] Nietzsche’nin eleştirilerini şimdi çok daha net anladığımız kanaatindeyim. Kurnaz olan köle ahlakı, güçsüzlüğü, sabırlılığı, misillemede bulunmamayı, can yakmamayı sanki kendi tercih ettiği durumlarmış gibi lanse ediyor. Aslında bu durumlar, bu koşullar onların tercih ettiği durumlar değil. Zorunlu olduğu, mecbur kaldığı durumlardır. Güçsüz olan ne kadar can yakabilir ki? Zayıf olan ne kadar ileri derecede bir misillemede bulunabilir? Bu koşullar efendi ahlakının köle ahlakına bıraktığı koşullardır. Efendi ahlakı zaten kendisini yansıtan bütün güçlü koşulları almıştır. Köle ahlakı ise bu koşulları kendi isteğiyle almış, kendi isteğiyle seçmiş gibi davranarak, aslında kendi içinde ne kadar zayıf olduğunu göstermiştir. “Sefaletlerinin Tanrı tarafından seçilmişliklerinin bir işareti olduğunu söylüyorlar, belki de sefalet, bir hazırlık, bir deneme, bir eğitim, belki de daha fazlası. Yeryüzünün güçlü efendilerinden yalnızca daha iyi olmadıklarını, yalnızca onlardan daha iyi, üstelik daha iyi duruma olduklarını, hiç değilse, birgün bir daha iyi durumda olacaklarını anlatmaya çalışıyorlar bana. Adaletsizlikten değil, Tanrısızlık’ tan nefret ediyorlar. Ve bütün bu yaşama ıstırabı karşısında onları teselli etmeye yarayacak şeye bekledikleri gelecekteki saadetin ne ad veriyorlar? “ Kıyamet günü”. Krallıklarının gelişinden, Tanrı’nın krallığından, bu arada yine de, imanla, sevgiyle, umutla yaşayacaklar.[16]  İşte köle ahlakının insanı budur. Büyük umutlarla yaşarlar, aslında içlerinde büyük hayal kırıklıkları vardır. Kendilerini “seçilmiş” gibi lanse ederler aslında seçilmiş olan onlar değildir. Kendilerini iyi olarak lanse ederler, aslında iyinin, iyiliğin ne olduğunu bilmezler. Kocaman bir değersizlik içinde değerli olduklarını düşünürler.  Köle insanı, bir özne anlayışı yarattı. Bu hususta Kantın özne anlayışı, Nietzsche’nin düşüncelerini kavramak adına büyük önem teşkil etmektedir. Kant’ın düşüncesine göre temel olarak, rasyonel şekilde eylemlerimi yapmalıyız. (Rasyonel Özne) Ahlaki eylem söz konusu olduğunda, güdüler askıya alınmalıdır. Birine yardım ederken, akşam kafamızı yastığa rahat koymak için veya acıdığımız için değil, görev bilinciyle yardım etmeliyiz. Acıyarak yardım edenler Kant nezdinde elbette ki ahlaksız olarak nitelendirilemez. Lakin bu kişi ne ahlaklıdır, ne ahlaksız. İşte tamda Nietzsche buna karşı çıkıyor. İnsan rasyonel bir şekilde eyleyemez. Bu mümkün değildir. Eylem, eyleyenden bağımsız olamaz. Bunlar bir ve aynıdır. Eylemleri salt görev bilinciyle açıklamamız yanlıştır. Eylemlerimizin içerisinde güdüler, duygular, motivasyonlar vardır. İşte Hristiyanlık ahlakı eylemi eyleyenden ayırıyor. Sorumluluktan kaçma imkânı sağlıyor. Nietzsche’nin eleştirisi tam olarak bu nokta üzerindendir. Her ne eyliyorsak eyleyelim, her eylemimiz bizi yansıtır. Bu eylemler bizim aynamızdır, bizi gösterir. Yapmamalıydım, şeytana uydum yaptım gibi söylemler, bizi sadece sorumluluk bilincimizden uzaklaştırır. Sorumluluk almamamıza olanak sağlar. Eylem: Sen. Eylemlerimizden memnun değilsek, karakterimizi değiştirmek zorundayız. Öncelikle yapmamız gereken şey, eylemimizi sahiplenmektir. Efendi ve köle ahlakı arasındaki temel farklılıkları ve her iki ahlakın genel özelliklerini çözümlediğimizi düşünüyorum. Şimdi, gelelim önemli noktalardan bir tanesine daha. Kendisini soylu olarak gören bir sınıf daha var mıdır sizce? Bu soruya cevap vereyim; Kesinlikle, evet. Bu sınıf, rahipler sınıfıdır. “Nietzsche’ye göre tanınmaya ve kabul görmeye bağlı olmayan efendi ahlâkının değerlerinin tersine çevrilmesi ise Yahudilerin ve Hristiyanların ( Yahudi ve Hristiyan ruhban sınıfının) başlattığı bir ‘mucize’, ahlâkta kölelerin başkaldırısıdır.”[17] Önemli bir noktaya dikkat çekerek, rahip sınıfını köle sınıfı insanı gibi ele “almamamız” gerektiğini vurgulamalıyım. Rahip sınıfı kendisini en başta “soylu” olarak görür. Köle ahlakından farklıdır. Kendi değerini üretir. İyi ve kötü kavramlarına kendilerine uygun bir tanım geliştirirler. Rahip sınıfı, iyiliğin tanımını düzenleyerek başlar. Köle ahlakından farkı budur. Köle ahlakı, kötülüğün tanımını belirlemekle başlar. Köle ahlakı kendisi değer üretmez, üretilen değerlere “hayır” der. Rahip sınıfı ise köle ahlakından farklı olarak, iyiliğin tanımını kendisi tasarlar. “Rahip sınıfı, örneğin, “belli perhiz (et yememek) biçimlerini düşünün, orucu, cinsel ilişkiden kaçınmayı, vahşiliğin içine uçmaktan sakınmayı.”[18] Rahip sınıfının değerlerinin, efendi ahlakı ile uyuşmadığı net bir biçimde ortadadır. Nietzsche rahip sınıfından hiç haz etmez. Nedeni ise temel olarak şudur; Rahip sınıfı güçsüzlüğü, hastalığı, fakirliği, sefilliği Tanrı’nın olumladığı, güçlülüğü, savaşçılığı, zarafeti olumlamadığı bir durum olarak lanse eder. Örnek verecek olursak; Güçlülük zaten kötüdür, güçlü olanlar tanrının övgüsüne layık değildir. Güçsüz ol, Tanrı’nın sevgisine layık ol. İşte bu öğreti, örnek olarak gösterdiğimiz bu öğreti, güçsüzlüğü olumlu bir durummuş gibi lanse edip, güçlüler kötü olanlardır, güçlüler tanrının sevgisine layık değildir mottosunu aşılar. Bu düşünce açıkçası Nietzsche nezdinde başarılı da oldu. Sizlere soruyorum, sizce Nietzsche rahip ruhlu halkı eleştirmekte haklı mı? Güçlülüğün, zarafetin karşısında duran rahip ruhlu halk değil midir? “Rahipler güçsüzdürler. Bu güçsüzlükleri içlerinde, dehşetli, korkutucu bir nefretin büyümesine yol açar. Dünya tarihinin en büyük kindarları rahipler değil midir? Rahiplerin kini göze alındığında, kimse onlarla başa çıkamaz.”[19] Rahipler güçsüzdür lakin bu güçsüzlükten bir güç inşa ederler. Ah o rahip ruhlu halk… “Yahudiler ve Hristiyanlar sayesinde (Yahudi ruhban sınıf ve Hristiyan ruhban sınıf) yeryüzündeki birkaç bin yıllık yaşam yeni ve tehlikeli bir çekicilik kazanmıştır. Nietzsche’ye göre ahlâkta kölelerin başkaldırısı hınç duygusunun yaratıcı olması ve değerler doğurmasıyla başlar.”[20] Kölelerin başkaldırması, Yahudi ve Hristiyan kimliğinin ve öğretilerinin ön plana çıkması ile gerçekleşmiştir. Açıkçası, rahip sınıfı yetersiz olduğu koşulları kullanmayı, güçsüzlüğünü olumlu bir biçimde yönlendirmeyi gerçekten çok iyi başarmış. Sen güçsüzsün, sen iyisin. Sen hastasın, sen iyisin. Sen acı çekensin, sen iyisin. “Yahudilerdi, aristokratik değer eşitliğine ( iyi: soylu, güçlü: güzel, mutlu: Tanrı’nın sevgilisi) karşı çıkarak, onları tersine çevirmeye çalışan, bu tersine çevirmeyi, korkunç bir tutarlılık içinde dipsiz nefretlerinin, (güçsüzlüğün yol açtığı nefret) dişleriyle sağlayan yani; Yalnızca sefiller iyidir, yoksullar, güçsüzler, hastalar, acı çekenler dindardır yalnız; yalnızca onlar Tanrı’nın sevgisine layıktır. Bunun dışındakiler, soylular, güçlüler, ebediyen zalim, iç karartıcı, hırslı, doyumsuz lanetlenmiş olanlardır.”[21] Rahipler temel olarak, politik anlamda bir soyluluk kuramayacakları için, farklı bir biçimde iyilik ve kötülük değerleri üretmek zorunda kalmışlardır. Rahipler güçsüzlerdi, rahipler savaş bilmeyen, kendisini savunamayan bir sınıftı. Efendi sınıfını aforoz etmek adına geliştirdikleri bu değerler, onları amaçlarına pek tabi ulaştırmıştı. Efendi ahlakı temel olarak, güçlü, şöhretli, mutlu, yönetme kabiliyetine sahip, değerler koyan, eylemde bulunan, bir yapıya sahiptir. Rahip ruhlu halk, efendi ahlakının güçlü olduğu durumları (koşulları) olumsuzlayarak, onları saf dışı bırakma gayesi taşımıştır. Şunu unutmamalıyız ki; Evet Nietzsche Yahudi sınıfa da eleştiri getiriyor lakin asıl karşı çıkrığı sınıf, köle sınıfıdır. Yani, Hristiyanlıktır. Yahudiliğe eleştirisinin sebebi, Hristiyanlığın Yahudilikten yeşermesidir. Bu anlamda bir eleştiri sunmaktadır. Değer üretemeyen, güçsüz, aciz, eylemsiz tek sınıf köle sınıfıdır. Rahip sınıfını köle sınıfı ile bir tutmamalıyız. Efendi ahlakı ve Rahip sınıfı kendi “iyi ve kötü” tanımını belirler. Köle ahlakı ise en baştan “hayır” diyerek başlar. Toparlamak gerekirse; Nietzsche’nin derdi asıl olarak Yahudilikle değil, Hristiyanlıkladır. Çünkü efendi ahlakı, köle ahlakı ve rahip sınıfı üçlüsünden kendi değerini koyamayan, eylemsiz davranan sadece köle ahlakıdır. Bunu es geçmemeliyiz. Efendi ahlakı kendi iyi tanımını oluşturur, diğerlerine kötü der. Yani kendi değerini “iyi” üzerinden tanımlar, ardından kendi değerine uymayan, kendi öğretilere aykırı davrananlara kötü der. Yahudilik yani rahip sınıfı da aynı şekilde, efendi ahlakından farklı bir biçimde iyilik tanımı tasarlar, haricinde kalanları kötü olarak nitelendirir. Örnek olarak; İyilik: Saflıktır, saf olmayanlar kötüdür. İşte burada iyilik tanımını belirleyemeyen, tamamen hınç dolu, kötülük tanımı üzerinden kendi varlığını ortaya koyan tek sınıf, köle sınıfıdır. Yani, Hristiyanlıktır. Nietzsche’nin asıl eleştiri getirdiği sınıf, köle sınıfıdır. Hristiyanlıktır ve akabinde dinin kurumsallaşmasıdır. Çünkü ahlak bu dönemde Hristiyanlıkla bağdaşmıştır. Bu ahlak yanlış bir ahlaktır çünkü sürü ahlakını temsil eder. Sürü ahlakı son derece basittir, eylemsizdir. “Nietzsche’ye göre sürü insanı, kendisinden önce var olan ahlak sistemini sorgulamaksızın kabul eden ve onun kurallarına uygun biçimde yaşayan insan tipidir. Burada Nietzsche’nin sürü insanının güçsüzlüğüne bir vurgu yaptığını düşünebiliriz. Çünkü böyle bir insan kendisini ancak bir sürü içinde, bir kalabalıkta var eder. O varlığını sürdürmek için, başka kimselerin yardımına ihtiyaç duyar.”[22] Hristiyanlığın bu kadar yayılmasının en önemli müsebbibi; “ne olursan ol gel” mottosunu benimsemesidir. Efendi ahlakı belirli bir kesimi,  belirli bir sınıfı temsil eder. Aynı şekilde rahip sınıfı da öyle. Rahiplerde kendilerini soylu sınıf olarak görürler ve kendi değerleri,  kendi kuralları vardır. Hristiyanlık herkese kucak açar. Belirli bir kesimi değil, bütün herkesi temsil eder. Bu yüzden önü kesilemeyen bir yayılım sergilemişlerdir.

Sonuç olarak;

Nietzche’nin efendi ve köle ahlakı çok farklı şekillerde yorumlanabilir, elbette ki çok farklı çıkarımlar sağlanabilir. En başta şunu dile getirmeliyim ki, efendi ve köle ahlakını sadece salt bir şekilde para, güç, şöhret, dil, ırk vs. bunlar üzerinden okursak, Nietzsche’nin ortaya koyduğu fikirleri hiç bir şekilde kavramamış oluruz. Nietzsche için paralı olan, güçlü olan ve şöhretli olan insanda köle ahlakına sahip olabilir. Bu insanın “içindedir.” Her parasız olan ve güçsüz olan köle ahlakına sahip olmak zorunda değildir. Bunu insan kendi seçer, koyun sürüsünün bir parçası olmayı da, o koyun sürüsünün çobanı olmayı da kendi seçer.Nietzsche’nin endişesi, cehennem korkusu, otoriter siyasal güç ve sürü psikolojisi gibi araçlar vasıtasıyla hayatını çok farklı şekillerde yönlendirebilecek insanların, belirli kalıplara sığınarak, kendisini gerçekleştirememesidir. Köle ahlakına sahip insan korkaktır. Kendi potansiyeline her zaman ihanet eder. Kendi özüne saygısı bulunmaz çünkü kendi özüne yabancılaşmıştır. Soylu insan her şeyden önce, kendisi olabilmeyi başarmıştır. Soylu insan dışa kulak asmadan, toplumun, dini düşünceye sahip sınıfların, ayak takımının ne dediğine bakmadan, kendi özünü gerçekleştirir. Kendi değerlerine olan saygısı her ne olursa olsun sürer. Dışa bakmadan, diğer etkenleri gözetmeden, kendi potansiyelinin en üstünü zorlar. Kendisi olabilmek, kendisini gerçekleştirebilmek adına, çıkabilecek bütün sorunlara göğüs gerer. Soylu insan hayatını kendisi tasarlar. Kalemi eline alır ve çizer. Silmek isterse siler, üstüne yeni şeyler eklemek isterse, ekler. Kalem ondadır, çizen o’ dur. Kalemi asla başkasının eline vermez. Bilir ki kalemi verdiği an, artık onun hayatını başkaları çizer. Bilir ki kalemi başkasına verdiği an artık tasarlayan kendisi olamaz. Bilir ki kalemi verdiği an, onun için tasarlanan hayatı oynar. Nietzsche’nin Hristiyanlığa getirdiği eleştirinin sebebi, insanların kendi potansiyellerine ihanet etmelerini sağlayacak, onları pasifliğe, uyuşukluğa ve bitkinliğe alıştıracak öğretiler sunmalarıdır. Güçsüz olmayı, fakirliği, pasifliği savunan bir öğreti, insanı kendi özünden uzaklaştırır, kendi potansiyeline yabancılaştırır. Yahudi-Hristiyan dinlerinin oluşmasında, İslam’ın oluşmasında, hukukun, demokrasinin oluşmasındaki en önemli etken özünde "hınç alma" isteğidir. Nerde güçlü varsa onu aşağı indirmek, cezalandırmak; kim kendi kuralını kendisi koyuyor cezalandır onu, kim eşitliğe saygı göstermiyor, zalimce davranıyor (yani efendi ahlakına uyuyor) indir onu aşağıya. Yani demokrasi ve hukuksallık Nietzsche’ye göre bir aşağılık kompleksi ve savunma mekanizması sonrası ortaya çıkmış kavramlardır. Toparlamak gerekirse, Hristiyanlık ve Yahudilik insanın potansiyeline ihanet etmesine, tekdüze yaşamasına olanak sağlamıştır. Hristiyanlık ve Yahudilik, (asıl olarak Hristiyanlık) insanı sürekli belirli kalıplar içerisine sokan, kendi benliğini tanımasına olanak sağlamayan, sürekli dışa dönüklüğü vurgulayan öğretilerden meydana gelmektedir. İnsan sadece kendisi olabildiği bir Dünyada mutlu olabilir. Sınırlanmadığı, kendisini gerçekleştirebildiği, kalemi eline aldığı bir Dünyada mutlu olabilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Molacı, Melike. “Efendi-Köle İkiliğine İlişkin Üç Açıklama”. (2020): s.38-40

Küçükalp, Derda. “Efendi Köle Ahlakı vs. Efendi Köle Diyalektiği”. (2010): 55-58

Nietzsche, Friedrich. Ahlakın Soykütüğü Üstüne. Çev.,Ahmet İnam. İstanbul: Say Yayınları, 2020.

Sümer, Alan Banu. “Nietzsche Felsefesinde Bir İdeal Olarak Üstinsan”. (2018): s.50-55

Ateş, Emre Ahmet. “Nietzsche ve Realizm: Nietzsche’de Güç İstenci Kavramı ve Realist Paradigma”. (2019): s.223- 228

 



[1] Banu Alan Sümer, “Nietzsche Felsefesinde Bir İdeal Olarak Üstinsan”, (2018), s.50.

[2] Derda Küçükalp, “Efendi Köle Ahlakı vs. Efendi Köle Diyalektiği”, (2010), s.55.

[3] Melike Molacı, “Efendi-Köle İkiliğine İlişkin Üç Açıklama”, (2020), s. 38.

[4] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam: İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.40.

[5] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam: İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.42.

[6] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam: İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.41.

[7] Banu Alan Sümer, “Nietzsche Felsefesinde Bir İdeal Olarak Üstinsan”, (2018), s.51.

[8] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam: İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.43.

[9] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam: İstanbul: Say Yayınları, 2010, s.43.

[10]Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.51.

[11] Melike Molacı, “Efendi-Köle İkiliğine İlişkin Üç Açıklama”, (2020), s. 38,39.

[12] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s. 52,53.

[13] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s. 53,54.

[14] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.60

[15] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s. 61.

[16] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s. 62,63.

[17]Melike Molacı, “Efendi-Köle İkiliğine İlişkin Üç Açıklama”, (2020), s.38,39.

[18]Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev., Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s. 46,47.

[19] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev.,Ahmet İnam İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.48.

[20]Melike Molacı, “Efendi-Köle İkiliğine İlişkin Üç Açıklama”, (2020), s.39.

[21] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev.,Ahmet İnam, İstanbul: Say Yayınları, 2020, s.48.

[22] Banu Alan Sümer, “Nietzsche Felsefesinde Bir İdeal Olarak Üstinsan”, (2018), s.51.

Senin Tepkin Nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Alparslan Alp 23 yaşında felsefe (tezli) yüksek lisans 2. Sınıf öğrencisi. Tezimi Beauvoir'in Post-Modern Feminizmi ve Toplumsal eşitlik üzerine yazmaktayım.